29 Mart 2017 Çarşamba

"Aynasız" İfadesi Nereden Gelir?



Ayna, tüm kültürlerde çok önemli yer tutan bir öge. Öyle ki, "Spaniard" tâbir edilen, Orta Amerika Kıtası'na yayılan ilk İspanyolların -kralın som altından tahtı dahil- bir çok değerli objeyi, karşılığında takas edip, ilk kazık atmakta ilk kullandıkları şey aynadır çünkü aynayı bilmeyen bir toplum için, ayna altından değerli olabilir

İnsanlar "ayna" niyetine, muhtemelen, göller ya da bir kaba doldurulmuş gibi duru suyu kullanmışlar. [Gilette firmasının kökenlerinin de neolitik devre dayandığı ve firmanın, kocasının en azından ayda bir traş olmasını isteyen bir kadın tarafından kurulduğu(!) söylenir. Herhalde günümüzde bile, askere giden her genç, o kadını rahmetle anıyorlar.]
Daha sonra, Anadolu ve Mezopotamya'da M.Ö. 6000 yılından beri çeşitli kültürler, obsidyeni parlatarak biraz daha işe yarar aynalar yapmışlar.Devamında da, olay bakırı bronzu cilalamak, camdan aynalar yapmak derken, günümüzdeki cep telefonunun kamerasını açıp traş olmaya kadar ilerlemiş. Tabii bu erkek tarafından bir bakış açısı. Ya bir erkek, savaşın ortasında, bir kadının ayna karşısında saçlarını taraması hakkında ne düşünür? Aragon'a soralım:



Trajedimizin güzel tarafındaydı
ve uzun bir gün boyunca aynasının karşısına oturup
altın sarısı saçlarını tarıyor ve
sabırlı ellerini bir yangını söndürürken
gördüğümü sanıyordum.

Trajedimizin güzel tarafındaydı
ve uzun bir gün boyunca aynasının karşısına oturup
altın sarısı saçlarını tarar ve
inanmadan bir arp havası çaldığının
trajedimizin güzel tarafında olduğunu
söyleyeceğim geliyordu.
Bu uzun gün boyunca aynasının karşısında oturup
altın sarısı saçlarını tarıyordu.
ve hafızasını zevke şehit verdiğini söyleyeceğim gelirdi.

Yangının sonsuz çiçeklerine yeniden yaşam vermek için
bütün bu uzun gün boyunca aynası karşısında otururken
onun yerinde bir başkasının söyleyebileceğini söylemeden
hafızasını zevke şehit veriyordu.

Trajedimizin güzel tarafındaydı
dünya bu lanetli aynaya benziyordu
tarak bu tezgahın alevlerini paylaşıyor
ve ateşler hafızamın köşelerini aydınlatıyordu.

Trajedimizin güzel tarafındaydı
haftanın ortasına perşembenin oturması gibi
ve hafızasına oturan tüm bir uzun gün boyunca
aynasının derinliklerinde öldüğünü görüyordu
trajedimizin, adını size söylemeden bileceğiniz
uzun gecelerin alevlerini imleyen
en iyi aktörleri ve aynadakilerin en iyileri
ve kalktığındaki altın sarısı saçları
ve hiçbirşey söylemeden
yangın sarısı bir röfleyi taraması.
----------------------------------------------------------


Ya daha sonraki edebiyatçılar neler demişti acaba?

Murathan Mungan'ın "Aynalı Pastane" öyküsü, bugüne kadar okuduğum en "aynalı" şeylerden biri. Öykünün kahramanı, bir masal içinde, aynalı pastanelerden birinin içindeki aynadan geçiverir.
"Günün birinde yazdıklarımdan bir perde çekeceğim hayatıma. Herkes kağıt üstüne yazılanları benim hayatım sanacak, ben de hayatımı saklamış olacağım böylelikle. Saklanmanın en iyi yolu fazla görünmektir, biliyor musun? Herkes seni gördüğümü sanır, sen de rahat edersin. Kasada oturan kız gibi! Herkes kasadaki kızı görür, ama kimse tanımaz."
------------------------------------------------------------

Ayna yapımının tarihi, Orta Doğu ve Osmanlı'da da oldukça gerilere gidiyor ve başlı başına bir meslek. "Aynasız" ifadesini anlamak için önce "aynalı" ifadesine bakmak gerekiyor. Büyük dedelerimizin çok rağbet ettiği köstekli saatlerden başlayalım: Köstek, saate takılan parlak zincirdir. Kostak sözcüğünün de buradan evrilmiş olması olasılık dahilinde. Kostak, tam olarak "aynalı" demek.Yâni: "havalı" , "ışıldayan". Aynasız da bunun zıddı: "pis, kirli".

Pekiyi, neden polislere "aynasız" der olmuşlar?

Çeşitli söylentiler var.  Bir şehir efsanesi, polislerin bıyık bırakmaları yasak olduğu için ayna ve tarak taşımadıkları yönünde.Oysa, polislerin bıyık bırakmaları ancak 1980'den sonra yasaklanmıştı.

Diğer efsaneye  göre ise, vaktiyle polislerin kullandığı Renault 12 arabaların sağ kapı aynası olmamasından kaynaklanıyormuş.



Elbette bunların gerçekle ilgisi yok çünkü bu ifade çok daha eskiden beri kullanılıyordu. XVIII ve XIX. yüzyıllarda ortaya çıkan, giyimleri Cezayir korsanlarına benzediği için "Cezayirî" de denen, genellikle "bitirim" ya da "kabadayı" olarak anılan kişileri betimlemek için kullanılmış bir kavram "aynasız" yani, "yaramaz, pis, kirli".

Daha sonra, özellikle Osmanlı'nın son dönemlerinde, en ufak bir şüphede bile, çoğunlukla da masum kişilerin bile karakola işleri düştüğünde, önce falakaya maruz kalıp, sonra arz-ı hallerinin sorulması üstüne halk arasında, zabitleri tanımlamak için "aynasız" ifadesi kullanılmaya başlamış ve ifade, cumhuriyet dönemine de miras kalmış. Yazıyı, bir Rum kabadayısını anlatan Yeni Türkü şarkısıyla noktalıyorum.