Bu hafta "Kütüphaneler Haftası" imiş. Türkiye'de kayıtlı kütüphane okuru sayısı bir milyonken, Fransa'da bir çok milyon imiş. Türk halkı kütüphaneye gitmiyormuş. Zaten okumayı seven bir toplum da değilmişiz. Bizden adam olmazmış.
İki istatistik veri gördük diye kendimize "kara cahil" yaftasını yapıştırmadan, durup soluklanarak bir daha düşünmek istiyorum.
Yirmili yaşlarının başında bir üniversite öğrencisiyken vaktimin büyük bölümünü okul kütüphanesinde geçirirdim. Okuyacak, öğrenecek, araştıracak o kadar çok şey vardı ki, dersim olmadığı günlerde bile kütüphaneye gidebilmek için kilometrelerce yolu tepmek zorunda kalmak beni hiç rahatsız etmiyordu. Bunun yanında, o yaşlardaki bir genç için hiç de küçümsenemeyecek kişisel bir kütüphaneye de sahiptim ve genellikle aynız zaman zarfında bir kaç kitabı birden okur, birine ara verdiğimde diğerini karıştırmaya devam ederdim.
Memlekette İnternet işte o yıllarda yeni yeni yaygınlaşıyordu. İnternet ile ilk karşılaştığım ve ne olduğunu kavradığım anı hâlâ anımsıyorum: "Vay anasını! Bu şey, kitaptan da büyülü!". O devirde, bir kaç Gopher sunucusuna bağlanmaktan başka bir şey yapılamıyordu oysa. Sonraları, İnternet'te aradıklarımı bulmaya başladıkça fark ettim ki, günden güne kütüphaneye daha az gitmeye başlamışım. Bu kütüphane günleri tedricen azaldı ve sonunda tamamen bitti. Son onbeş yılda, kütüphanede geçen günlerim bir elin parmaklarını geçmez, zira basitçe gereksinimim kalmadı.
Sanırım pek çok kişi için de durum böyle. Belki çok nadir yayınlarla ilgilenen kişiler için durum farklı olabilir ama artık çok nadir yayınların bile büyük çoğunluğu da İnternet üstünden erişilebilir durumda. (Yoksa sizin kütüphaneye gitmeye gereksiniminiz var mı? Neden? Kütüphanecilik bölümünde mi okuyorsunuz?) Hemen hiç bir zaman kütüphaneye yolumuz düşmese de, istediğimiz her türlü veriye ve yayına, oturduğumuz yerden pekâlâ erişebiliyorsak, kütüphaneler de işlevlerini yavaş yavaş yitiriyorlar demektir.
"Kitabı tutmanın, sayfaları çevirmenin, kokusunu almanın zevki başka ama..." diyenleri duyar gibiyim. Doğru; bu bir zevk meselesi. Yalnızca hoşlandığı için, son model ve çok konforlu bir araba alabileceği parayla, gidip 1962 model Volkswagen Beetle (Nam-ı diğer "Tosbağa") alan kişi sayısı az değildir. Yine de büyük çoğunluğun, oyunu son model arabadan yana kullanacak olması da eşyanın tabiatı gereği. Vaktiyle ev taşırken koli koli kitap sırtlamaktan beli ağrıyıp -herhalde dünya üstünde özgül ağırlığı en fazla olan şey kitaptır(!)- yatağa düşenler, şimdi aynı kitapları bir flash disk içinde ceplerinde taşıyabilmenin rahatlığına nasıl hayır derler?
Eski sözlerden: "Alışkanlık yarı tabiattır." Biz ve bizden önceki kuşaklar, basılı kitaba alıştığımız için henüz tam olarak terk ettiğimizi söyleyemeyiz ama bizden sonraki bir-iki kuşak ve sonrakiler, muhtemelen kağıt bile görmeyecek. Kütüphaneler de "müze" işlevi görür duruma gelecekler. İster kabul edin, ister etmeyin, "Kütüphaneler Haftası" da, yakın zamanda "Yerli Malı Haftası" gibi kadük olacak. Beş kitaba verilen parayla bir tablet bilgisayar alınıp, içine binlerce e-kitap yüklenebildiği bir devirde, kitap sırtlanmaya devam etmek, e-kitaba göre çok daha ilkel bir veri aktarım aracına çok daha fazla para vermek, kütüphanelere gidip eski görkemli günlerine ağlamak isteyenler olabilir. Herkesin her türlü seçimine ve özgürlüğüne saygım var. Bu özgürlüklere "ustan sapma hakkı" da dahil. Yine de bu konuda tartışma yürütecek kişilerin önce cep telefonları yerine manyetolu telefon, bilgisayar yerine de daktilo kullanmalarında, tutarlılık açısından büyük fayda var.
Ortalama Türk insanı, ortalama Fransız'a göre, İnternet'i daha verimli şekilde kullanıyorsa, bunun adı "cehalet" midir?