16 Ekim 2015 Cuma

Atatürk satranç oynar mıydı?


İş Bankası tarafından basılan ve başlayanlara yönelik hazırlanan satranç kitabının başında Atatürk'ün çok iyi satranç oynadığından bahsedilir. Yukarıdaki fotoğraf da Sertaç Dalkıran'ın sergisinden. Fotoğrafı bizzat kendim çektim ve iddiaya göre takım Atatürk'e aitmiş. Elbette onun gibi dahi bir komutana satranç oynamak çok yakışır. Napolyon da satrancı severdi ama çok iyi oynuyor muydu emin olamıyoruz. Peki Atatürk nasıl satranç oynardı?

Oynamazdı! Atatürk'ün satranç oynadığına dair hiçbir kaynak görmedim. Elbette tüm kaynakları taradığımı iddia edemem ama pek çok anıda hiç geçmemektedir. İsmet İnönü oynardı ve de iyi oynardı ama Atatürk ile hiç oynadığını duymadık. 

Atatürk iyi poker oynardı! Elbette bu bilgi ancak ileride ders haline gelir de kitabı olursa önsöze yerleştirilebilir ama bana göre babaya da kesinlikle poker yakışırdı. Atatürk akşam misafir ettiği konsolosları pokerde epey bir ezermiş. Atatürk iyi bir pokerciydi çünkü hasmını iyi tanır ve çözerdi. Hangi koşullarda nasıl davranacakları konusunda inanılmaz öngörüsü vardı. Kurtuluş Savaşı bile inanılmaz bir şekilde alınan riskle kazanılmamış mıydı?  İsmini hatırlamadığım bir komutan tüm güçleri bir yere yığıp saldırmayı delilik olarak değerlendirirken Atatürk "Bizim cephe savaşına harcayacak vaktimiz yok" diye riskten kaçınmamıştı. Politik dehası ise askeri dehasını kat kat aştı. Sosyal yaşamda diğerleri acemi idi.

Atatürk satranç oynamazdı çünkü satrançta bilgisi biraz daha fazla olan kendinden aşağıdaki rakibi sabahtan akşama kadar yener. Atatürk'ün de İnönü'ye yenilmeye tahammül edeceğini hiç sanmıyorum. Satrançta ilerlemek için çok vakit ister. Hayat satranç için çok kısa. Atatürk iyi ki satrançla fazla vakit harcamamış :)

Siz tüm bu anti propagandaya rağmen satranca meraklıysanız sizin için satranç takımları

28 Mart 2015 Cumartesi

Quo Vadis Librum Meum?


Bu hafta "Kütüphaneler Haftası" imiş. Türkiye'de kayıtlı kütüphane okuru sayısı bir milyonken, Fransa'da bir çok milyon imiş. Türk halkı kütüphaneye gitmiyormuş. Zaten okumayı seven bir toplum da değilmişiz. Bizden adam olmazmış.

İki istatistik veri gördük diye kendimize "kara cahil" yaftasını yapıştırmadan, durup soluklanarak bir daha düşünmek istiyorum.

Yirmili yaşlarının başında bir üniversite öğrencisiyken vaktimin büyük bölümünü okul kütüphanesinde geçirirdim. Okuyacak, öğrenecek, araştıracak o kadar çok şey vardı ki, dersim olmadığı günlerde bile kütüphaneye gidebilmek için kilometrelerce yolu tepmek zorunda kalmak beni hiç rahatsız etmiyordu. Bunun yanında, o yaşlardaki bir genç için hiç de küçümsenemeyecek kişisel bir kütüphaneye de sahiptim ve genellikle aynız zaman zarfında bir kaç kitabı birden okur, birine ara verdiğimde diğerini karıştırmaya devam ederdim.

Memlekette İnternet işte o yıllarda yeni yeni yaygınlaşıyordu. İnternet ile ilk karşılaştığım ve ne olduğunu kavradığım anı hâlâ anımsıyorum: "Vay anasını! Bu şey, kitaptan da büyülü!". O devirde, bir kaç Gopher sunucusuna bağlanmaktan başka bir şey yapılamıyordu oysa. Sonraları, İnternet'te aradıklarımı bulmaya başladıkça fark ettim ki, günden güne kütüphaneye daha az gitmeye başlamışım. Bu kütüphane günleri tedricen azaldı ve sonunda tamamen bitti. Son onbeş yılda, kütüphanede geçen günlerim bir elin parmaklarını geçmez, zira basitçe gereksinimim kalmadı.
Sanırım pek çok kişi için de durum böyle. Belki çok nadir yayınlarla ilgilenen kişiler için durum farklı olabilir ama artık çok nadir yayınların bile büyük çoğunluğu da İnternet üstünden erişilebilir durumda. (Yoksa sizin kütüphaneye gitmeye gereksiniminiz var mı? Neden? Kütüphanecilik bölümünde mi okuyorsunuz?) Hemen hiç bir zaman kütüphaneye yolumuz düşmese de, istediğimiz her türlü veriye ve yayına, oturduğumuz yerden pekâlâ erişebiliyorsak, kütüphaneler de işlevlerini yavaş yavaş yitiriyorlar demektir.
"Kitabı tutmanın, sayfaları çevirmenin, kokusunu almanın zevki başka ama..." diyenleri duyar gibiyim. Doğru; bu bir zevk meselesi. Yalnızca hoşlandığı için, son model ve çok konforlu bir araba alabileceği parayla, gidip 1962 model Volkswagen Beetle (Nam-ı diğer "Tosbağa") alan kişi sayısı az değildir. Yine de büyük çoğunluğun, oyunu son model arabadan yana kullanacak olması da eşyanın tabiatı gereği. Vaktiyle ev taşırken koli koli kitap sırtlamaktan beli ağrıyıp -herhalde dünya üstünde özgül ağırlığı en fazla olan şey kitaptır(!)- yatağa düşenler, şimdi aynı kitapları bir flash disk içinde ceplerinde taşıyabilmenin rahatlığına nasıl hayır derler?

Eski sözlerden: "Alışkanlık yarı tabiattır." Biz ve bizden önceki kuşaklar, basılı kitaba alıştığımız için henüz tam olarak terk ettiğimizi söyleyemeyiz ama bizden sonraki bir-iki kuşak ve sonrakiler, muhtemelen kağıt bile görmeyecek. Kütüphaneler de "müze" işlevi görür duruma gelecekler. İster kabul edin, ister etmeyin, "Kütüphaneler Haftası" da, yakın zamanda "Yerli Malı Haftası" gibi kadük olacak. Beş kitaba verilen parayla bir tablet bilgisayar alınıp, içine binlerce e-kitap yüklenebildiği bir devirde, kitap sırtlanmaya devam etmek, e-kitaba göre çok daha ilkel bir veri aktarım aracına çok daha fazla para vermek, kütüphanelere gidip eski görkemli günlerine ağlamak isteyenler olabilir. Herkesin her türlü seçimine ve özgürlüğüne saygım var. Bu özgürlüklere "ustan sapma hakkı" da dahil. Yine de bu konuda tartışma yürütecek kişilerin önce cep telefonları yerine manyetolu telefon, bilgisayar yerine de daktilo kullanmalarında, tutarlılık açısından büyük fayda var.

Ortalama Türk insanı, ortalama Fransız'a göre, İnternet'i daha verimli şekilde kullanıyorsa, bunun adı "cehalet" midir?