[Bu uzun bir yazı. Sabırsızlar ve "fazla lafa karnı toklar" için, şarkının çeşitli yorumları yazının en altında.]
Dünya bir tür "Makro Benjamin Button". Üstelik yaşadığımız çağda, tüm zamanların geri kalanında küçüldüğünden daha fazla küçüldü. Dünyaya geldiğimde zaten radyo, televizyon ve telefonla evimize girecek kadar küçüktü. Ben büyüdükçe o küçüldü, Internet ve akıllı telefonlarla cebimize sığacak hale geldi. Yazıktır; bu kadar erişilebilir bir dünya bile bizi her şeyi yalnız kendi penceremizden görme alışkanlığından kurtaramadı. Talebelik devrimde Le Monde, Le Figaro ve Libération gazetelerini takip etmeye çalışıyorduk. Bu "ithal" gazeteler oldukça pahalıydı ve üstelik neşir tarihinden ancak iki ya da üç gün sonra elimize ulaşabiliyorlardı. Buna rağmen, aramızda para toplayarak aldığımız bu gazeteler sayesinde başka bir ülkedeki insanların gündemini ve düşüncelerini izleyebildiğimiz için mutluyduk.
Bu gazeteler şimdi neredeyse elimizin altında. Bir çoğumuz bir kere bile web sitelerine girip "Fransa'da insanlar ne düşünüyor?" diye sormadık. ["Çocuklardık. Parlak yıldızlardık o zaman." /Meral Özbek - Yeni Türkü - Günebakan] Kaza eseri girdiğimiz yabancı ülke gazetelerinin web sitelerinde de, ancak "Türkiye hakkında ne yazmışlar?" sorusuna takıldık. Oysa o adamın herhangi bir konuda ne düşündüğünden çok, neden öyle düşündüğünü kavramak çok daha geniş bir bakış açısının başlangıcı. Bunu unuttuk. Bu adamlar hangi şarkıları dinler? nelere güler?
[Yukarıdaki sözler, olanak ve kaynakları olduğu halde bunları kullanmayanlara. Ana dilinizden başka dil bilmiyorsanız, dünyayı anlamak için başkalarının yorumlarına gereksinim duyuyorsunuzdur; yukarıdaki içerikten sorumlu tutulamazsınız ama durumunuz "İyi değil! İyi değil!".]
Oysa kültür tek boyutlu olmaz ve siyasi haritadaki sınırlardan pek az etkilenir. Kültürün en zayıf noktası ise dildir. Churchill "Bir milleti yok etmek isterseniz dilinden başlayınız." diyordu çünkü birbirini asgari düzeyde anlayamayan hiç bir topluluğun dağılmamasına olanak yok. Uzaklaştıkça diller başkalaşır, dil başkalaştıkça uzaklık artar. Artık "yeterince uzakta" olduğumuzu düşündüğümüz zaman, bir de bakarız ki bizi bizden başka kimsenin alkışlamadığı bir dünyada kendi kendimize kralcılık oynuyoruz. Bu durum değişmedikçe "kim çekerse oraya sürüklenen milyonlarca tüketicisi olan koca bir pazar" durumundan bir adım ileri gidemeyiz.
Bu kadar laftan sonra, şimdi size soruyorum sayın okur, Manos Hacidakis'i bilir misiniz?
Yanıtınız "evet" ise, Türkiye'de çok küçük bir azınlık içinde olduğunuzu da zaten biliyorsunuzdur. Yüzyıllarca birlikte yaşamış insanların kültürlerinin de ortak olması şaşırtıcı değil ancak bırakın Yunanistan'daki kültürel gelişmeleri, hemen hemen aynı sözlerle konuştuğumuz, dili şarkılı Azerbaycan'daki gündemi bile izlediğimiz pek söylenemez. Bir kaç müzisyenimizin Yunan müzik çevreleriyle ciddi temasları olmuştur; kabul ancak yetersiz. Bir çok Yunanca şarkının "hakkını veren" Türkçe aranjmanları yapıldı ama biliyor musunuz, belki çok daha fazla Türkçe şarkı Yunan diline çevrildi. Çok daha fazlası çevrilebilirdi ancak Yunanlılar da bizim gibi "kendi küçük dünyalarını tüm dünya sanmak" derdinden mustaripler. Yine de bu konudaki yerlerinin bizden ileride olduğunu teslim etmek gerekiyor. Bizim Manos Baba eşdeğeri müzisyenlerimizin hepsi gerekli çevrelerde iyi biliniyorken, bizim Manos Baba'yı az biliyor olmamız bile bunun bir göstergesi olabilir. İfadelerde birinci çoğul şahıs kullanmak durumundaydım zira bunlar benim için de geçerli; ben de Manos Baba'nın müziği ile "yarı-tesadüfen" tanışma fırsatı bulmuştum.
Başka bir babanın, Jorj Baba'nın (Georges Moustaki) çok sevdiğim "le facteur" şarkısının bestecisinin "Manos Hadzidakis" adında, adından Yunanlı olduğu belli biri tarafından bestelendiğini öğrendiğim gün hem şaşırmış hem de utanmıştım çünkü yıllar boyunca bu şarkıyı "Jorj Baba bestesi" olarak dinlemiş, çalmış, söylemiş ve şarkının öyküsünü de herkese öyle anlatmıştım. "Bu yaşa geldim; ben bunu nasıl bilmem!" kızgınlığının da eşliğinde, artık Hacidakis'i biraz da olsa öğrenmeye mecburdum. En azından belli-başlı eserlerini bilmeli, bence en eğlencelisi olan "şeyleri birbirine bağlama" oyununa yeni malzeme eklemeliydim. Bir sürü vasat müzisyen için olduğu gibi, kabaca 15-20 dakikama mal olacağını tahmin ettiğim bu girişimin, sonraki iki günümü yiyeceğini o anda bilmiyordum. Dinlediğim daha ilk yapıtta sert kayaya çarptığımı anladım ama iş işten geçmiş, bir kaç yapıt daha dinledikten sonra Hadzidakis benim için "Manos Baba" oluvermişti.
Baba'nın her eseri ayrı bir inceleme hak ediyor. Ben "birinci geleneksel" Hacidakis yazım için, besteleri arasında bana en çok hitap eden "Kemal"i seçtim. Yeri gelmişken buradan sesleniyorum: Sayın eski ve yeni Yeni Türkü üyeleri, Ezginin Günlüğü üyeleri, Sayın Zülfü Livaneli, Sayın Candan Erçetin, Sayın Sezen Aksu, Sayın Sertab Erener, Sayın Bülent Ortaçgil, Sayın adını anmayı unuttuğum diğerleri: Bu şarkıyı nasıl oldu da ıskaladınız? Üstüne Türkçe söz uydurup söylenen bir çok Yunan şarkısından fazla tutacağı kesin.
Şarkı Albaylar Cuntası döneminde, Manos Baba'nın (d. 1925 ö. 1994) sürgünde olduğu 1967-1974 dönemi ürünü. Özgün sözleri Yunanca ama ilk olarak "New York Rock &Roll Ensemble" ile birlikte, Amerikan dinleyicisi için Amerika'da, İngilizce sözlerle kaydedilmiş. Ben sizin için hem Yunanca, hem İngilizce, hem de başka başka tarzlarda yorumlardan bir seçki yapmaya çalıştım. Hepsini dinleyince hak
vereceksiniz: "Kötü müzik türü" yok, "kötü ezgi" ve "kötü düzenleme" var.
Yunanca bir yorumdan başlamak isterim. Sözler Nikos Gatsos'a ait. O Gatsos ki, 1911'de Yunanistan'da doğup ilk mektebi bitirdikten sonra liseyi Trablus'ta okumuş, sonra Atina'ya yerleşerek üniversitede edebiyat, felsefe ve tarih çalışmış, İngilizce ve Fransızca'yı iyi derecede bilen, Avrupa'daki edebi akımları takip eden, özellikle Lorca'dan olmak üzere, pek çok tiyatro çevirisi yapmış bir şair. Yayınlanmış tek şiir kitabı "Amorgos" 1943 yılında çıkmış ve günümüzde de önemli kabul ediliyor ve "Helen temalar üstüne gerçeküstü" yaklaşımıyla sıklıkla alıntılanıyor. Theodorakis, Hadjidakis ve Xarhakos, şarkı sözü verdiği müzisyenlerin başında geliyor. 1992 yılında aramızdan ayrılan Gatsos, bakalım bu müziği duyunca neler yazmış? Önce özgün metin, sonra İngilizce çevirisi:
Ακούστε τώρα την ιστορία του Κεμάλ
ενός νεαρού πρίγκιπα της Ανατολής
απόγονου του Σεβάχ του Θαλασσινού
που νόμισε ότι μπορούσε ν’ αλλάξει τον κόσμο.
Αλλά πικρές οι βουλές του Αλλάχ
και σκοτεινές οι ψυχές των ανθρώπων…
Στης Ανατολής τα μέρη μια φορά κι έναν καιρό
ήταν άδειο το κεμέρι, μουχλιασμένο το νερό.
Στη Μοσούλη, στη Βασόρα, στην παλιά τη χουρμαδιά
πικραμένα κλαίνε τώρα της ερήμου τα παιδιά.
Κι ένας νέος από σόι και γενιά βασιλική
αγροικάει το μοιρολόι και τραβάει κατά κει.
Τον κοιτάν οι βεδουίνοι με ματιά λυπητερή
κι όρκο στον Αλλάχ τους δίνει πως θ’ αλλάξουν οι καιροί.
Σαν ακούσαν οι αρχόντοι του παιδιού την αφοβιά
ξεκινάν με λύκου δόντι και με λιονταριού προβιά.
Απ’ τον Τίγρη στον Ευφράτη κι απ’ τη γη στον ουρανό
κυνηγάν τον αποστάτη να τον πιάσουν ζωντανό.
Πέφτουν πάνω του τα στίφη σαν ακράτητα σκυλιά
και τον πάνε στο Χαλίφη να του βάλει τη θηλιά.
Μαύρο μέλι, μαύρο γάλα ήπιε ‘κείνο το πρωί
πριν αφήσει στην κρεμάλα τη στερνή του την πνοή.
Με δυο γέρικες καμήλες, μ’ ένα κόκκινο φαρί
στου παράδεισου τις πύλες ο προφήτης καρτερεί.
Πάνε τώρα χέρι-χέρι κι είναι γύρω συννεφιά
μα της Δαμασκού τ’ αστέρι τους κρατούσε συντροφιά.
Σ’ ένα μήνα, σ’ ένα χρόνο βλέπουν μπρος τους τον Αλλάχ
που απ’ τον ψηλό του θρόνο λέει στον άμυαλο Σεβάχ:
Νικημένο μου ξεφτέρι δεν αλλάζουν οι καιροί
με φωτιά και με μαχαίρι πάντα ο κόσμος προχωρεί.
Καληνύχτα Κεμάλ. Αυτός ο κόσμος δε θ’ αλλάξει ποτέ. Καληνύχτα…
-------------------------------
Dünya bir tür "Makro Benjamin Button". Üstelik yaşadığımız çağda, tüm zamanların geri kalanında küçüldüğünden daha fazla küçüldü. Dünyaya geldiğimde zaten radyo, televizyon ve telefonla evimize girecek kadar küçüktü. Ben büyüdükçe o küçüldü, Internet ve akıllı telefonlarla cebimize sığacak hale geldi. Yazıktır; bu kadar erişilebilir bir dünya bile bizi her şeyi yalnız kendi penceremizden görme alışkanlığından kurtaramadı. Talebelik devrimde Le Monde, Le Figaro ve Libération gazetelerini takip etmeye çalışıyorduk. Bu "ithal" gazeteler oldukça pahalıydı ve üstelik neşir tarihinden ancak iki ya da üç gün sonra elimize ulaşabiliyorlardı. Buna rağmen, aramızda para toplayarak aldığımız bu gazeteler sayesinde başka bir ülkedeki insanların gündemini ve düşüncelerini izleyebildiğimiz için mutluyduk.
Bu gazeteler şimdi neredeyse elimizin altında. Bir çoğumuz bir kere bile web sitelerine girip "Fransa'da insanlar ne düşünüyor?" diye sormadık. ["Çocuklardık. Parlak yıldızlardık o zaman." /Meral Özbek - Yeni Türkü - Günebakan] Kaza eseri girdiğimiz yabancı ülke gazetelerinin web sitelerinde de, ancak "Türkiye hakkında ne yazmışlar?" sorusuna takıldık. Oysa o adamın herhangi bir konuda ne düşündüğünden çok, neden öyle düşündüğünü kavramak çok daha geniş bir bakış açısının başlangıcı. Bunu unuttuk. Bu adamlar hangi şarkıları dinler? nelere güler?
[Yukarıdaki sözler, olanak ve kaynakları olduğu halde bunları kullanmayanlara. Ana dilinizden başka dil bilmiyorsanız, dünyayı anlamak için başkalarının yorumlarına gereksinim duyuyorsunuzdur; yukarıdaki içerikten sorumlu tutulamazsınız ama durumunuz "İyi değil! İyi değil!".]
Oysa kültür tek boyutlu olmaz ve siyasi haritadaki sınırlardan pek az etkilenir. Kültürün en zayıf noktası ise dildir. Churchill "Bir milleti yok etmek isterseniz dilinden başlayınız." diyordu çünkü birbirini asgari düzeyde anlayamayan hiç bir topluluğun dağılmamasına olanak yok. Uzaklaştıkça diller başkalaşır, dil başkalaştıkça uzaklık artar. Artık "yeterince uzakta" olduğumuzu düşündüğümüz zaman, bir de bakarız ki bizi bizden başka kimsenin alkışlamadığı bir dünyada kendi kendimize kralcılık oynuyoruz. Bu durum değişmedikçe "kim çekerse oraya sürüklenen milyonlarca tüketicisi olan koca bir pazar" durumundan bir adım ileri gidemeyiz.
Bu kadar laftan sonra, şimdi size soruyorum sayın okur, Manos Hacidakis'i bilir misiniz?
Yanıtınız "evet" ise, Türkiye'de çok küçük bir azınlık içinde olduğunuzu da zaten biliyorsunuzdur. Yüzyıllarca birlikte yaşamış insanların kültürlerinin de ortak olması şaşırtıcı değil ancak bırakın Yunanistan'daki kültürel gelişmeleri, hemen hemen aynı sözlerle konuştuğumuz, dili şarkılı Azerbaycan'daki gündemi bile izlediğimiz pek söylenemez. Bir kaç müzisyenimizin Yunan müzik çevreleriyle ciddi temasları olmuştur; kabul ancak yetersiz. Bir çok Yunanca şarkının "hakkını veren" Türkçe aranjmanları yapıldı ama biliyor musunuz, belki çok daha fazla Türkçe şarkı Yunan diline çevrildi. Çok daha fazlası çevrilebilirdi ancak Yunanlılar da bizim gibi "kendi küçük dünyalarını tüm dünya sanmak" derdinden mustaripler. Yine de bu konudaki yerlerinin bizden ileride olduğunu teslim etmek gerekiyor. Bizim Manos Baba eşdeğeri müzisyenlerimizin hepsi gerekli çevrelerde iyi biliniyorken, bizim Manos Baba'yı az biliyor olmamız bile bunun bir göstergesi olabilir. İfadelerde birinci çoğul şahıs kullanmak durumundaydım zira bunlar benim için de geçerli; ben de Manos Baba'nın müziği ile "yarı-tesadüfen" tanışma fırsatı bulmuştum.
Başka bir babanın, Jorj Baba'nın (Georges Moustaki) çok sevdiğim "le facteur" şarkısının bestecisinin "Manos Hadzidakis" adında, adından Yunanlı olduğu belli biri tarafından bestelendiğini öğrendiğim gün hem şaşırmış hem de utanmıştım çünkü yıllar boyunca bu şarkıyı "Jorj Baba bestesi" olarak dinlemiş, çalmış, söylemiş ve şarkının öyküsünü de herkese öyle anlatmıştım. "Bu yaşa geldim; ben bunu nasıl bilmem!" kızgınlığının da eşliğinde, artık Hacidakis'i biraz da olsa öğrenmeye mecburdum. En azından belli-başlı eserlerini bilmeli, bence en eğlencelisi olan "şeyleri birbirine bağlama" oyununa yeni malzeme eklemeliydim. Bir sürü vasat müzisyen için olduğu gibi, kabaca 15-20 dakikama mal olacağını tahmin ettiğim bu girişimin, sonraki iki günümü yiyeceğini o anda bilmiyordum. Dinlediğim daha ilk yapıtta sert kayaya çarptığımı anladım ama iş işten geçmiş, bir kaç yapıt daha dinledikten sonra Hadzidakis benim için "Manos Baba" oluvermişti.
Baba'nın her eseri ayrı bir inceleme hak ediyor. Ben "birinci geleneksel" Hacidakis yazım için, besteleri arasında bana en çok hitap eden "Kemal"i seçtim. Yeri gelmişken buradan sesleniyorum: Sayın eski ve yeni Yeni Türkü üyeleri, Ezginin Günlüğü üyeleri, Sayın Zülfü Livaneli, Sayın Candan Erçetin, Sayın Sezen Aksu, Sayın Sertab Erener, Sayın Bülent Ortaçgil, Sayın adını anmayı unuttuğum diğerleri: Bu şarkıyı nasıl oldu da ıskaladınız? Üstüne Türkçe söz uydurup söylenen bir çok Yunan şarkısından fazla tutacağı kesin.
Şarkı Albaylar Cuntası döneminde, Manos Baba'nın (d. 1925 ö. 1994) sürgünde olduğu 1967-1974 dönemi ürünü. Özgün sözleri Yunanca ama ilk olarak "New York Rock &Roll Ensemble" ile birlikte, Amerikan dinleyicisi için Amerika'da, İngilizce sözlerle kaydedilmiş. Ben sizin için hem Yunanca, hem İngilizce, hem de başka başka tarzlarda yorumlardan bir seçki yapmaya çalıştım. Hepsini dinleyince hak
vereceksiniz: "Kötü müzik türü" yok, "kötü ezgi" ve "kötü düzenleme" var.
Yunanca bir yorumdan başlamak isterim. Sözler Nikos Gatsos'a ait. O Gatsos ki, 1911'de Yunanistan'da doğup ilk mektebi bitirdikten sonra liseyi Trablus'ta okumuş, sonra Atina'ya yerleşerek üniversitede edebiyat, felsefe ve tarih çalışmış, İngilizce ve Fransızca'yı iyi derecede bilen, Avrupa'daki edebi akımları takip eden, özellikle Lorca'dan olmak üzere, pek çok tiyatro çevirisi yapmış bir şair. Yayınlanmış tek şiir kitabı "Amorgos" 1943 yılında çıkmış ve günümüzde de önemli kabul ediliyor ve "Helen temalar üstüne gerçeküstü" yaklaşımıyla sıklıkla alıntılanıyor. Theodorakis, Hadjidakis ve Xarhakos, şarkı sözü verdiği müzisyenlerin başında geliyor. 1992 yılında aramızdan ayrılan Gatsos, bakalım bu müziği duyunca neler yazmış? Önce özgün metin, sonra İngilizce çevirisi:
Ακούστε τώρα την ιστορία του Κεμάλ
ενός νεαρού πρίγκιπα της Ανατολής
απόγονου του Σεβάχ του Θαλασσινού
που νόμισε ότι μπορούσε ν’ αλλάξει τον κόσμο.
Αλλά πικρές οι βουλές του Αλλάχ
και σκοτεινές οι ψυχές των ανθρώπων…
Στης Ανατολής τα μέρη μια φορά κι έναν καιρό
ήταν άδειο το κεμέρι, μουχλιασμένο το νερό.
Στη Μοσούλη, στη Βασόρα, στην παλιά τη χουρμαδιά
πικραμένα κλαίνε τώρα της ερήμου τα παιδιά.
Κι ένας νέος από σόι και γενιά βασιλική
αγροικάει το μοιρολόι και τραβάει κατά κει.
Τον κοιτάν οι βεδουίνοι με ματιά λυπητερή
κι όρκο στον Αλλάχ τους δίνει πως θ’ αλλάξουν οι καιροί.
Σαν ακούσαν οι αρχόντοι του παιδιού την αφοβιά
ξεκινάν με λύκου δόντι και με λιονταριού προβιά.
Απ’ τον Τίγρη στον Ευφράτη κι απ’ τη γη στον ουρανό
κυνηγάν τον αποστάτη να τον πιάσουν ζωντανό.
Πέφτουν πάνω του τα στίφη σαν ακράτητα σκυλιά
και τον πάνε στο Χαλίφη να του βάλει τη θηλιά.
Μαύρο μέλι, μαύρο γάλα ήπιε ‘κείνο το πρωί
πριν αφήσει στην κρεμάλα τη στερνή του την πνοή.
Με δυο γέρικες καμήλες, μ’ ένα κόκκινο φαρί
στου παράδεισου τις πύλες ο προφήτης καρτερεί.
Πάνε τώρα χέρι-χέρι κι είναι γύρω συννεφιά
μα της Δαμασκού τ’ αστέρι τους κρατούσε συντροφιά.
Σ’ ένα μήνα, σ’ ένα χρόνο βλέπουν μπρος τους τον Αλλάχ
που απ’ τον ψηλό του θρόνο λέει στον άμυαλο Σεβάχ:
Νικημένο μου ξεφτέρι δεν αλλάζουν οι καιροί
με φωτιά και με μαχαίρι πάντα ο κόσμος προχωρεί.
Καληνύχτα Κεμάλ. Αυτός ο κόσμος δε θ’ αλλάξει ποτέ. Καληνύχτα…
-------------------------------
Hear now the story of Kemal
A young prince from the East
A descendant of Sinbad the Sailor,
Who thought he could change the world.
But bitter is the will of Allah,
And dark the souls of men …
Once upon a time in the East,
The coffers are empty, the waters are stagnant.
In Mosul, in Basrah, under an old date-palm,
The children of the desert are bitterly crying.
A young man of ancient and royal race
Overhears their lament and goes to them.
The Bedouins look at him sadly
And he swears by Allah that things will change.
When they learn of the young man’s fearlessness,
The rulers set off with wolf-like teeth and a lion’s mane.
From the Tigris to the Euphrates, in heaven and on earth,
They pursue the renegade to catch him alive.
They pounce on him like uncontrollable hounds,
And take him to the caliph to put the noose around his neck.
Black honey, black milk he drank that morning
Before breathing his last on the gallows.
With two aged camels and a red steed,
At the gates of heaven the prophet awaits.
They walk together among the clouds
With the star of Damascus to keep them company.
After a month, after a year, they find Allah
Who, from his high throne, tells foolish Sinbad:
‘O my vanquished upstart, things never change;
Fire and knives are the only things men know.’*
Goodnight, Kemal. The world will never change. Goodnight…
--------------------------------------------
Artık şarkıyı dinleyelim mi?
Yannatou ülkemizde az da olsa bilinen Yunanlı müzisyenlerden. "Nev-i şahsına münhasır" sesi, bizi şarkıdaki masalın içine biraz daha çekiyor. Bu Yunanca versiyona "orijinale en yakın" dersek herhalde yanılmış olmayız.
Hemen ardından bir başka favorim, İngilizce versiyonla Raining Pleasure geliyor. Bunlar da sağlam bir grup. Diğerlerinin yanında, Abba'dan "Dancing Queen" coverları da dinlemeye değer.
İngilizce versiyonun sözleri şöyle:
This is the story of foolish Prince Bass Fiddle and wise Jerry Kemal.
As you remember, last time, the Prince was found without a dime on the Ponce Valdez while Jerry
watched from a tree...
In the land of Ali Baba near the Sea of Babalee,
Lived a man who played the zither with a pronoun on his knee.
He would dance among the fuzzy trees and bring the birds to life
And his name was Prince Bass Fiddle and he loved his ugly wife.
He would sing the songs of Lutvee in his very special way
And he puffed tea with his lumpy head and sleep all night and day.
With his turban and his leicester faced the thieves of Germany
But beware great Prince Bass Fiddle, you´ll be hanging from a tree.
Fifty days and nights they waited for a sign from old Ratan
To pretend to wear the colours of the Emperor Charlie Chan.
So they strolled into the forest with a song and energy
To find bay leaves in the cauldron of the mad witch Betty Lee.
Came the answer from a leaf top that was found upon the ground
"Only time and Prince Bass Fiddle will repair your bellies round.
Search the highlands search the lowlands, cruise the Sea of Babalee,
But remember that your children need the food from filigree."
Then one day in Abalone came a messenger to say
That onion-head Bass Fiddle broke in half no more to play.
Will we lose our land of Lutvee to the bearded men of Cleaves?
Only miracles can save us and some tricks inside our sleeves.
From the sky there was an answer to the question of the plebes
"You will meet a tall dark stranger wearing black and blue cannives.
Who is Lucy, who is Nestor? We should only be there now.
Why it's Aphrodite Milton and his keeper Prince Kemal.
A young prince from the East
A descendant of Sinbad the Sailor,
Who thought he could change the world.
But bitter is the will of Allah,
And dark the souls of men …
Once upon a time in the East,
The coffers are empty, the waters are stagnant.
In Mosul, in Basrah, under an old date-palm,
The children of the desert are bitterly crying.
A young man of ancient and royal race
Overhears their lament and goes to them.
The Bedouins look at him sadly
And he swears by Allah that things will change.
When they learn of the young man’s fearlessness,
The rulers set off with wolf-like teeth and a lion’s mane.
From the Tigris to the Euphrates, in heaven and on earth,
They pursue the renegade to catch him alive.
They pounce on him like uncontrollable hounds,
And take him to the caliph to put the noose around his neck.
Black honey, black milk he drank that morning
Before breathing his last on the gallows.
With two aged camels and a red steed,
At the gates of heaven the prophet awaits.
They walk together among the clouds
With the star of Damascus to keep them company.
After a month, after a year, they find Allah
Who, from his high throne, tells foolish Sinbad:
‘O my vanquished upstart, things never change;
Fire and knives are the only things men know.’*
Goodnight, Kemal. The world will never change. Goodnight…
--------------------------------------------
Artık şarkıyı dinleyelim mi?
Kemal - Savina Yannatou
Yannatou ülkemizde az da olsa bilinen Yunanlı müzisyenlerden. "Nev-i şahsına münhasır" sesi, bizi şarkıdaki masalın içine biraz daha çekiyor. Bu Yunanca versiyona "orijinale en yakın" dersek herhalde yanılmış olmayız.
Hemen ardından bir başka favorim, İngilizce versiyonla Raining Pleasure geliyor. Bunlar da sağlam bir grup. Diğerlerinin yanında, Abba'dan "Dancing Queen" coverları da dinlemeye değer.
İngilizce versiyonun sözleri şöyle:
This is the story of foolish Prince Bass Fiddle and wise Jerry Kemal.
As you remember, last time, the Prince was found without a dime on the Ponce Valdez while Jerry
watched from a tree...
In the land of Ali Baba near the Sea of Babalee,
Lived a man who played the zither with a pronoun on his knee.
He would dance among the fuzzy trees and bring the birds to life
And his name was Prince Bass Fiddle and he loved his ugly wife.
He would sing the songs of Lutvee in his very special way
And he puffed tea with his lumpy head and sleep all night and day.
With his turban and his leicester faced the thieves of Germany
But beware great Prince Bass Fiddle, you´ll be hanging from a tree.
Fifty days and nights they waited for a sign from old Ratan
To pretend to wear the colours of the Emperor Charlie Chan.
So they strolled into the forest with a song and energy
To find bay leaves in the cauldron of the mad witch Betty Lee.
Came the answer from a leaf top that was found upon the ground
"Only time and Prince Bass Fiddle will repair your bellies round.
Search the highlands search the lowlands, cruise the Sea of Babalee,
But remember that your children need the food from filigree."
Then one day in Abalone came a messenger to say
That onion-head Bass Fiddle broke in half no more to play.
Will we lose our land of Lutvee to the bearded men of Cleaves?
Only miracles can save us and some tricks inside our sleeves.
From the sky there was an answer to the question of the plebes
"You will meet a tall dark stranger wearing black and blue cannives.
Who is Lucy, who is Nestor? We should only be there now.
Why it's Aphrodite Milton and his keeper Prince Kemal.
Bu yorumların ardından, parçanın ilk kaydı olan New York Rock&Roll Ensemble yorumunu dinleyelim.
Ve son olarak, adını bilmediğim Yunanlı genç, bakın nasıl mahir çalıyor:
Demek buraya kadar okudunuz ve dinlediniz! Bunca şeyin içinde, aşağıdaki soruların yanıtları yok. Büyük olasılıkla Google'da da yoktur. Ben "çok güzel yanıtlar buldum ama sayfanın kenarında yazacak yeterli yer yok."
1. Şarkıda geçen "Sea of Babalee" nedir, nerededir?
2. Şarkıda geçen "Lutvee" nedir?
3. "Zethar" nasıl bir enstrümandır?
1. Şarkıda geçen "Sea of Babalee" nedir, nerededir?
2. Şarkıda geçen "Lutvee" nedir?
3. "Zethar" nasıl bir enstrümandır?
Insanlarin bilgisizliklerini yorumluyorsunuz, fakat besteci yada beste hakkinda yorum yapmiyorsunuz. Ne bir tercüme ne de bir fikir. Sadece yabanci bir dilden yabanci bir dile tercüme ve özellikle millete bir sürü kritik.
YanıtlaSilBesteci ve beste hakkında yorumlar var yazıda. İkinci bir yazıda bu yorumları genişletmeyi umuyorum. Geri kalan eleştirilerinize yürekten katılıyorum ancak bu blogun gayesi lise öğrencilerine sabah sınıfta iteleyebilecekleri notlar sunmak değil ve hedef kitlesi de "herkes" değil. Yazılarda canım isterse Türkçe çeviri yapıyorum, bunun dışında bu blog okurlarının Türkçe dışında İngilizce ve Fransızca'dan da anladıklarını ve bir kaç başka özelliğe daha sahip olduklarını var sayıyorum.
YanıtlaSilÇok ilginç ve geniş açılı bir çalışma için sana minnettârım Arkadaşım,
YanıtlaSilUmarım bu tip yazılarına gene tesadüf ederim; esefle yaptığın serzenişlerde haklı olduğunu teslîmedeceğim,
ben azınlığa aitim, ama bunu övünmek için yazmıyorum, bizler aslında bu tip özverili çalışmalar yapanların sayesinde azlıktan çokluğa geçiyoruz, yâni epeyi varız. Datça- Müzik Ruhun Sesidir || Facebook
Hepsi ve daha fazlası için bloğuma bekliyorum.
YanıtlaSilhttps://turkgreek.blogspot.com.tr/